27 Nisan 2012 Cuma

bazen....


Güneş doğar 
Güneş batar 
Ama insan uyumaz bazen 
Düşünür 
Geceler kısa 
Çabuk geçer 
Ama insan uyumaz bazen
Düşünür 
Deniz masmavidir ne güzel 
Ama insanlar görmez bazen 
Şiirler şarkılar masallar 
Ama insanlar duymaz bazen 
Üzme kendini 
Ümitsiz gibi 
Sevenin var bak 
Ne güzel




bazen eski sözcüklere bakmaz mısın 
nasıl küçük nasıl zararsızlar oysa 
orada ne yalanlar ihanetler gizlidir 
korkma, bir daha gelmem üstüne 

çünkü ben kayboldum, geri dönmem imkansız
hem uzak hem hoyrat senin ülken 
çünkü ben kayboldum, geri dönmem imkansız 
yine de mutluyum 

bazen eski defterleri açmaz mısın 
onlar masum duran o saklı sayfalar 
pistir ve temizdir sadece laf vardır orada 
bir daha gelmem üstüne 

her şeyi, her şeyi bıraktım 
artık çok mutluyum




Hatırlıyor musun kim olduğunu 
Hala hissedebiliyor musun 
Ne zamandır farkında mısın yokluğunun 
Arasan bulur musun kaybolduğun yerleri 

Gündüzün geçtiğini farketmedin bile 
Anılar sinemasından bir bilet almışsın bu gece 
Ömrün küsmek ve pişmanlıkla geçip gidiyor 
Bak hala aynı soruyu soruyorsun kendine 

Bazen kendi gölgene basar sendelersin ıssız sokaklarda 
Bir karayel eser üşütür yalnızlığını yüzüne vurur 
Çıkar gelir pişmanlıklar en zayıf anında 
Boğazında yıllanır bir düğüm 
Umrunda mı zamanın senin küskünlüğün

İçin öyle sıkılır kimse bilmez neyin var sen bile 
Olup bitenleri seyredersin öylece 
Yalnızsındır kalabalıklar içinde kim daha iyi bilir ki 
Bir ses vardır çözer her şeyi yasaktır duyamazsın 

Bazen kendi gölgene basar sendelersin ıssız sokaklarda 
Bir karayel eser üşütür yalnızlığını yüzüne vurur 
Çıkar gelir pişmanlıklar en zayıf anında 
Boğazında yıllanır bir düğüm 
Bazen




bazen tutunursun hayata tüm kollarınla
bazen yanılırsın aniden
bazen yapayalnız kalırsın şu koca dünyada
bazen tıkılırsın hayatta

bir gün gelir tükenirsen
o gün gelir bağırırsan
kimse duymaz
duymaz
kimse duymaz
duymaz




elimizden ipler nasıl kayıyor bazen
zamandan başka çare nasıl kalmıyor bazen
hepimizin hayatı nasıl duruyor bazen
tecrübenin kati şartı bu muymuş zaten

yarın öbür gün aşkın adı değişir, yazık olur
her çarpıntıya koşarsan kalbin yorulur

nasıl kızıyorum kendime bazen
bazenler çoğalıyor bazen
nasıl kızıyorum kendime bazen
bazenler çoğalıyor bazen

başımızdan neler geldi geçti hatırlar mısın
seni aradım kimlerde aşka inanır mısın
ama göremedim ellerde inanır mısın
şimdi daha iyiyim desem alınır mısın

yarın öbür gün aşkın adı değişir yazık olur
her çarpıntıya koşarsan kalbin yorulur

nasıl kızıyorum kendime bazen
bazenler çoğalıyor bazen
nasıl kızıyorum kendime bazen
bazenler çoğalıyor bazen

25 Nisan 2012 Çarşamba

we need humanity


"i'm sorry but i don't want to be an emperor. that's not my business. i don't want to rule or conquer anyone. i should like to try to help everyone - if possible - jew, gentile, - black man - white. we all want to help one another. human beings are like that. we want to live by each other's happiness - not by each other's misery. we don't want to hate and despise one another. in this world there is room for everyone and the good earth is rich and can provide for everyone. the way of life can be free and beautiful, but we have lost the way. greed has poisoned mens souls, has barricaded the world with hate, has goose stepped us into misery and bloodshed. we have developed speed but we have shut ourselves in. machinery that gives abundance has left us in want. our knowledge has made us cynical. our cleverness hard and unkind. we think too much and feel too little. more than machinery we need humanity. more than cleverness we need kindness and gentleness. without these qualities, life will be violent and all will be lost...

the aeroplane and the radio have brought us closer together. the very nature of these inventions cries out for the goodness in men, cries out for universal brotherhoood - for the unity of all. even now my voice is reaching millions throughout the world - millions of despairing men, women, and little children - victims of a system that makes men tortue and imprison innoncent people. to those who can hear me, i say - do not despair. the misery that is now upon us is but the passing of greed - the bitterness of men who fear the way of human progress. the hate of men will pass, and dictators die, and the power they took from the people will return to the people. and so long as men die, liberty will never perish...

soldiers! don't give yourselves to brutes - men who despise you - enslave you - who regiment your lives - tell you what to do - what to think and what to feel! who drill you - diet you - treat you like cattle, use you as cannon fodder. don't give yourselves to these unnatural men - machine men with machine minds and machine hearts! you are not machines! you are not cattle! you are men! you have the love of humanity in your hearts! you don't hate! only the unloved hate - the unloved and the unnatural! soldiers! don't fight for slavery! fight for liberty! in the 17th chapter of st. luke it is written: "the kingdom of god is within man." - not one man nor a group of men, but in all men! in you! you, the people have the power - the power to create machines. the power to create happiness! you the people, have the power to make this life free and beautiful, to make life a wonderful adventure. then in the name of democracy - let us use that power - let us all unite. let us fight for a new world - a decent world that will give men a chance to work - that will give youth a future and old age a security. by the promise of these things, brutes have risen to power. but they lie! they do not fulfill that promise! they never will! dictators free themselves but they enslave the people! now let us fight to fulfill that promise! let us fight to free the world - to do away with national barriers - to do away with greed, with hate and intolerence. let us fight for a world of reason, a world where science and progress will lead to all men's happiness. soldiers! in the name of democracy, let us all unite!"

22 Nisan 2012 Pazar

sussan olmuyor susmasan olmaz, dil dursa hakim bey tende can durmaz


Şikayetim var cümle yasaktan
Dillerimi Hakim Bey bağlasan durmaz
Gelsin jandarma polis karakoldan
Fikrim firarda mahpusa sığmaz eyvah

Gün olur yerle yeksan olurum
Gün olur şahım devri devranda
Kanun üstüne kanun yapsalar
Söz uçar yazı iki cihanda eyvah

Sussan olmuyor susmasan olmaz
Dil dursa Hakim Bey tende can durmaz
Yazsan olmuyor yazmasan olmaz
Kaleme tedbir koma tek durmaz


acılar acılara eklenince ağırlaşıyor.

Bin dokuzyüz on iki miydi, bin dokuz yüz elli iki miydi
Güneşli bir öğle miydi, çiçekler gölgesiz miydi
Ellerim kirli miydi
Neydi
Çiçeklere su mu serpiyordum, bir karanfil çok mu uzaklardan gelmişti
Bilmem ki
Benim bütün yaşamımda hep karanfiller olmuştur
Her zaman hatırlarım
Sanki bir karanfilden sürekli doğmuşumdur
Bin dokuz yüz on iki doğumlu bir karanfili
Karım göğsüme takmıştı. Şimdi ben çok yaşlıyım
Şimdi ben nedense çok yaşlıyım
Herkesi ayrı ayrı tanımam
Ruhi Bey'i İçerenköy'den tanırım
İçerenköy'ü iyi bilirim de ondan
Kaç yıl önceydi, şimdi unuttum
Babasını da tanırım
Kaç yıl önceydi, bilemem
Üryani eriği gibi gözleri vardı
Çizmeleri, kamçısı
Ruhi Bey, benden çiçek alırdı
O zamanlar sokak sokak dolaşırdım
Çiçek alanları iyi bilirdim
Ruhi Bey de çiçek alırdı
Nedense benden alırdı. Çünkü ben çiçekleri çok biçimli tutarım
Kuşkonmazları sevmem, kullanmam
Çiçeklerin aralıklarına bakarım
Sanki ben onları hep yeniden yaratırım, yontarım
Bin dokuz yüz kırk üçde biri öldü
Boynu değil, bir karanfilin sapıydı, yana düştü
Düşünce öldü
Bir ölülük sindi ellerime
Bir ölülük bana sindi
Ona sergimde her zaman bir yer ayırırım
Kimseler bilmez
Ben işte gizli gizli onu sularım
Karanlık bir karanfilliği
Yoklukta bir karanfilliği
O gün bugündür bütün çiçekler
Karanfildir benim için.


Bir gün de bir demet karanfilim yandı
Bir demet karanfilin penceresi, kapısı
Nedense yandı
Önce giyinik bir ev görünümündeydi, öyleydi
Takındı kırmızılarını sonra
Süslendi
Bir boşluk edindi orda kendine
Hemen oracıkta bir boşluk
Açtı şemsiyesini ve gitti.

Ben şimdi oğlumun yanında kalırım
Onun kırmızı yapraklardan yapılmış
Bir zamandışılığı vardır
Beni anlamaz
Anlamaz, niye anlasın
Anlaşılmak -değil mi ama- sanki kimsenin olamaz

Ben kendime bir karanfil mezarı satın aldım
Beni oraya gömecekler
Ruhi Bey cenazeme gelecek
Ama hangi Ruhi Bey
Doğrusu biraz şaşırdım
İçerenköy'deki Ruhi Bey gelmez
Osadece karanfil satın alır
Ölümü pek beğenmez
Şimdiki Ruhi Bey ölüme daha yatkındır
Yaşamaya da
Ölümle yaşam arasında bunalır bunalır
Ben bu kadarını anlarım
O gelir beni kaldırır
Bir karanfil kalabalığına arrtık katılır
Geçen gün gördüm
Acımayı unuttum
Sevinmeyi unuttum
Ben her şeyi artık unutuyorum

Ama o geçerken ne yalan söyleyeyim şuramda bir ağrı duydum
Ağrı da değildi belki, hani, nasıl
Gövdemi yeniden buldum
Acılar acılara eklenince ağırlaşıyor
Gövdem de ağırlaşıyor

Ruhi Beyle kocaman bir demet karanfil oluyoruz
Şu üstümdeki boşluk kadar
Bir demet
Yok artık pek konuşmuyoruz
Benim sözlerim eskidi
Onunki de eskidi
Zaten kelimeler sonludur
Öyledeğil mi
Donuk donuk bakışıyoruz
Ben ölüme iyice yakın
O yaşamaktan uzak
Öyle bir gök içinde durmuş gibiyiz
Karanfiller ölürken
Karanfillerden bir deniz.


bi gün yolda yürüyordum, bi şarkı duydum kalbim acıdı. bu kadar...

9 Nisan 2012 Pazartesi

Meral Okay: "Aşk bir sızma halidir"

"Yaman benim eski arkadaşımdı... O,Ankara Sanat Tiyatrosu'nda oyuncuydu, ben de Ankara'da yaşayan bir öğrenciydim.

O zamanların Ankara'sı, herkesin birbirini tanıdığı ve belirli yerlerde toplandığı bir yerdi. 70'li yıllardı ve kültür tüketicileri birbirlerini bir şekilde sıkça görürlerdi.

Bizim müşterek arkadaşlarımız vardı, bunların başında Rutkay Aziz gelir. Rutkay'la siyaseten de bir aradaydım, Türkiye İşçi Partili'ydim ben.

O yılların derli toplu Ankara'sında sık sık görüşme şansımız olurdu. Yaman'la tanışmamız o yıllardır; fakat aşık olmamız daha sonraya rastlar.

O sinemaya 'Sürü' filmi ile geçince İstanbul'a gelmişti, ben de daha sonra İstanbul'a geldim. O eski bir Ankaralı olarak bana sahip çıkmaya kalktı; Ankaralıların böyle bir derdi de vardır.

Biz, başımıza aşkın taşının düştüğünü bir mevsim geçtikten sonra fark ettik. Bir gün evi düzenlerken fark ettim. Bir de baktım ki, benden çok Yaman'ın eşyaları var. Küçük küçük poşetlerle sızmıştı. Aşk bir sızma hâlidir.

Ben Ankara'dan örselenmiş ve kırılmış bir kalple gelmiştim. Yaman çok tutkulu ve sabırlı bir adamdı, bir de baktım kalp ağrımdan eser kalmamış. Yani taş düşmüştü ama adını koymamız için bir mevsim geçmesi gerekti.

Yaman, o kadar temiz bir adamdı ki, ona kızamazdınız. Bir o kadar da yiğitti. Ben Yaman'ı hep bir lunaparka benzetirim. Onunla yaşamak bir lunaparkta yaşamak gibiydi. Bir yandan bütün cümbüşü, pırıltısı, eğlencesi ve sürprizleri, öte yandan yüreğinizin ağzınıza geldiği anlarıyla tam bir lunapark gibiydi.

Üstelik ben bir Ankaralı olduğum, üstüne üstlük bir subay kızı olduğum için, bir yanımla derli toplu, diğer yanımla despot falan bir kızdım. Yaman bir gün bana, benim taklidimi yaptı; her şeyi net olarak alt alta sıralamamı, emir kipiyle konuşmamı, 'canımın içi' derken bile bazen tonlamamdan dolayı 'Hadi canım!' anlamı çıkabileceğini falan gördüm.

Bu, bir oyuncuyla birlikte olmanın hem avantajı, hem dezavantajıydı. Bunu Yaman'ın aynasında görünce, 'Aaa çok fena bir şeymişim!' dedim. Ee bu aynayı tutan eğer pırıltılı ve doğru bir adamsa, dönüştürücü de oluyor. 'Benimle o garnizon sesiyle konuşma' derdi.

Yaman, çok renkli ve heyecanlı bir adamdı. Ben derdim ki; 'Tanrım, bu adam ne zaman yorulacak!' diye. Meğer acelesi varmış... Her şeyi o kadar yoğun, hızlı ve çoşkulu yaşıyor ve yaşatıyordu ki büyüleyici bir şeydi bu.

Her şeyi hızlı yaşardı, hızlı yemek yerdi, hızlı içki içerdi, bir proje söz konusu olduğunda hızına yetişemezdiniz. Bir gece arkadaşlarla yemekteyken sabah kahvaltısını Bodrum Türkbükü'ndeki evimizde yapmaya karar vermesiyle kendimizi yollarda bulmamız bir olurdu. Bazen düşününce dehşete kapılıyorum, demek ki acelesi varmış diyorum. Kısa bir ömre, birkaç kişilik bir hayat sığdırdı.

Bizim Yaman'la tarihe kayıt olarak düşeceğim hiçbir kavgamız olmadı. O, kalbini insanlara açarken de, onlara güvenirken de çok hızlıydı ve kırılması da doğal olarak aynı hızla olabiliyordu. Aktörlerin kalbi camdandır. Çok çocuk, çok bebektirler. Belki de bunu çok yakından gördüğüm için ben daha dikkatli davranırdım. Belki de tek sürtüşmemiz onu kıranlara karşı olan tutumumdan olmuştur.

Ben köşeleri çok olan bir insandım; Yaman beni eğitti. O hüzünleri ironik bir neşeye çevirebilme ustasıydı. Bu yönüyle de bakınca gam kasavetten çok çabuk çıkabilirdik.

Aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden 'biz' olabilme hâlidir. İnsan egosu denetlenmesi en güç olan şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz.

Biz birbirimize karşı çok saygılıydık; mesleklerimiz ve bunun gerektirdiği fedakârlık hallerinde hele daha da çok saygılı ve yol açıcı davrandık hep.

Ee bazen de sıkılırdık, hele üç beş aydır bir aradaysak birbirimizin gözüne bakardık, önce kim gidecek diye, böyle nefes molaları da verirdik. Döndüğümüzde yepyeni bir enerji ve hasret bekliyor olurdu bizi. Aşk bazen de bir kıyamama hâlidir.

Şunu çok açıkyüreklilikle söyleyebilirim; o benden daha iyi bir insandı. O kadar bebek, o kadar adam, o kadar temiz... Ben Yaman'la birlikte onun kadar temiz, onun kadar beklentisiz, onun kadar masum yaşamayı öğrenmeye çalıştım. Buradan bir öğretmen öğrenci ilişkisi anlaşılmasın. O, o kadar ahlâklı ve temizdi ki, yaşam biçimi ve duruşu karşısında başka türlü olamazdınız. Onun yanında kirli kalamazdınız.

Hastalığının son bir ayında, ki hastalığın çıkmasıyla kaybetmemiz 1.5 ay sürdü. Tıp hastalığının süratine yetişemedi. Hep şunu düşündüm; hayata, sanatına ve bize dair bir sürü düşüncesi, projesi vardı ve hepsi sanki hızla arka arkaya gerçekleşmeye başlamıştı. Neden şimdi, neden bu adam, diye çok düşündüm. Orada bile hızlıydı.

Komaya girene kadar Yeşim Ustaoğlu ve Tayfun Pirselimoğlu ile birlikte senaryo çalıştılar. Onlar her gün geldiler ve bu oyunun gönüllü yoldaşı oldular. Sonra o film çekildi; Yeşim'in ilk uzun metraj filmidir "İz" filmi ve Yaman'a adadılar.

Yaman'ın rolünü Aytaç Arman oynamıştı. Bunlardan bahsetmişken o sürecin acısını hafifleten bir yığın katıksız dostluklar yaşadık. Gerçi o sürecin acısı hafiflemiyor. Ben de harlı ateş şeklinde yanma hâli tam 10 yıl sürdü. Asmalı Konak'ın son dört bölümünü yazarken o acıyla yeniden yüzleştim ve ancak o zaman birazcık küllendi diyelim.

Böyle, bir şölen gibi, bir lunapark gibi sevdalık yaşayınca bu görkemi taşımayan her şey bir çadır tiyatrosu gibi geliyor insana. Bu ateşle yanma hâli, o kadar derinden, için için yanıyor ki, dönüp bir başka ölümlüyü yakmaya içi elvermiyor insanın.

Yaman'la her günümüz Sevgililer Günü'ydü... Eşine bu kadar çok çiçek getiren bir adamı daha analar doğurmamıştır. Biz birçok defa sabah uyanıp birlikte gün doğumunu seyreder, ne bileyim çingene vapuruna binip sabah erken Boğaz'ı turlardık.

Sezen'i anmamak olmaz: Sezen, Yaman'ın çok yakın arkadaşıydı. Ben Yaman'dan dolayı tanıdım. Sezen, insanın hayatına çok hafif dahil olur. Sızar ve siz bunu anlamazsınız.

O benim kardeşim, arkadaşım her şeyim oldu. Yaman'dan sonra işlerimin önemli bölümünü tasfiye ettim. Sezen, ısrarla profesyonel olarak birlikte çalışmaya zorluyordu beni. Nerdeyse kafamı kıra kıra bana şarkı sözü yazdırdı.

Birlikte yazdığımız ilk şarkı; 'Masum Değiliz'. 'Kan ter içinde uykularından uyanıyorsan eğer her gece. Yalnızlık, sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa koynuna' diye...

Yaman'dan iki ay sonra yazdık. Daha sonra bu ısrar otuz küsur şarkı sözü üretti. O dönem Sezen bana sadece 3-5 saat uyumaya yetecek kadar boşluk bırakıyordu. Stüdyolar, kayıtlar, konserler vb. çok yoğun bir rehabilitasyon oldu benim için. Sezen'in o toplumsal düzeydeki rehabiliterliği benim için özel bir muamele seçkinliğinde oldu. O benim kardeşimdir, canımdır.

Bugün eksik olan ne? Bu topraklarda aşk ve mutluluk kutsanmaz, ayrılık ve acı kutsanmıştır. Birlikteliklerdeki tutku kutsanmaz da, ayrılıktaki tutku kutsanır hep. Yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültüre aitiz biz.

Öyle kadınlar ve erkekler tanıyorum, risk almıyorlar. Aşk emniyetli bir şey değildir. Emniyetli olan sevgidir. Aşk ehlileşmez, sakinleşemez. Öyle olursa akraba olursunuz.
Bir de aşık olunacak mecra kalmadı. Artık ortak alanları paylaşmıyoruz. Bizim agoramız yok artık. Herkes kendi bacağından asılmak isteyen koyun tarifinde.

Bu hem maddi hem manevi bir şeydir. Gelir, böyle adamı aşkta da emniyet arayan birine dönüştürüverir. Herkes kendi kişisel başarı öyküsünün peşinde. Belki de biz herkes için daha adil, daha vicdanlı daha temiz bir dünyanın düşünü paylaştığımız için başkalarıyla da bir arada durmanın ne kadar zenginleştirici bir şey olduğunu biliyorduk.

Şimdi bu duyguların esamesi okunmuyor. Yoksullaşmamız sadece ekonomik anlamda olmadı. Duygusal anlamda, dayanışma anlamında birbirimizin yaralarına bakma konusunda da yoksullaştık. Şimdi empati denen modern kavram var ya, biz onun ağababasını tanıyan ve buna içerilmiş bir dünyadan geldik buralara.

Dizilerdeki aşık olma süreci o kadar uzun ki, öncelikle bu rasyonel değil! Aşk çok ani, hızlı ve genellikle beklenip, tasarlanamayan bir şeydir. Kafana bir taş düşer, neye uğradığını şaşırırsın. Ve bunun aşk olduğunun da sonradan adını korsun. İrrasyonellik sadece bu değil, bir de dizi karakterlerinin çok ön hazırlığı var aşık olmak için. Halbuki, hayatta böyle değildir, aşk tasarlanılan ve ön hazırlığı yapılabilen bir şey değildir.

Eskinin, hani o dalga geçilen mantık evliliklerinde bile, bugünkü hesaplılıktan daha çok aşk vardı diyesi geliyor insanın. Ali Poyrazoğlu dedi, 'Aşk bir kör atlayıştır.'

İnsanların birbirleri için 'sağlama' yapacakları alanlar kalmadı. Modern hayatlar ve modern zamanlarda böyle bir şansı yoktur insanın. Son bir aydır, 'Ben aslında duyguları olan iyi bir insanım' mesajını, ben şu cümleyle alıyorum.

- Babam ve Oğlum'u gördün mü?

- Hee gördüm

- Ağladın mı?

- Sana ne?

Yani ben de duyarlıyım ve iyi bir insanım. Bu arada, ben de filmi seyrettim. Yeri gelmişken ve sabah seansında katılarak ağladım ama bu soruları soran insanlarla o kadar ayrı şeylere ağladık ki.

Benim o filmde yandığım, bu ülkenin o temiz çocuk yürekli insanlarının, bu ülke tarafından nasıl da kırıldığını, nasıl da örselendiklerini, onurlarıyla ekmekleriyle nasıl da oynandığını gördüğüm için bu uğurda yiten, onulmaz acılar çeken insanlarımızı hatırlayarak ağladım.

Belki de bugünkü aşksızlık hâli de, o dönemlerin ürünüdür diyeceğim ama aşk bunların hepsinin üzerinden atlayabilecek bir şey olmalı...
"


Meral Okay'ın, Yaman Okay'la yaşadığı aşkı ve aşk hakkındaki düşüncelerini anlattığı yazısı...

5 Nisan 2012 Perşembe

ES




anladım bu son durak,
beni anılarla yalnız bırak,
tutmam gereken bir matemim var,
hislerim var unutmam gereken
yanar yanar durur,
kalbim kan ağlar ağlar durur,
senin bende kalan günahın var,
sözlerin var unutup gittiğin.

es nereye istersen,
nerede çok sevdiysen,
uğra bir geçersen,
maziyi savura savura,
es deli rüzgarla,
kalbimi bir arada tutamam yaşayamam,
son nefesim ol içime es,
ne zaman istersen aynı yerdeyim ben,
es kaza sevmişsen,
kalbimi kavura kavura es,
es deli rüzgarlarla,
yüreği bir arada tutamam yaşayamam,
son nefesim ol içime es.

bugün bütün şişeleri kendime açıyorum....


upuzun sapsarı kupkuru bir sahilde yürüyorum
martılar gülüşürken çığlık çığlığa ben göz yaşımdan içiyorum
kalbim kırık bugün bütün şişeleri kendime açıyorum
karışmasın kimsecikler daha düşmedim uçuyorum
ah kaldı gözlerimde tuzuyla o sevgili
hatırası kamburumda kahrediyor beni
eski anılardan bir kaç resmiyle
bense bu sahilde bir sarhoş

upuzun sapsarı kupkuru bir sahilde ölüyorum
dalgalar çarpışır çığlık çığlığa ben göz yaşımdan içiyorum
kalbim kırık bugün bütün şişeleri kendime açıyorum
karışmasın kimsecikler daha düşmedim uçuyorum
ah kaldı gözlerimde tuzuyla o sevgili
hatırası kamburumda kahrediyor beni

eksi anılardan bir kaç resmiyle
bense bu sahilde bir sarhoş