Sevgilim, saçlarını tarayıp gerdanını okşayıp Ninniler söyleyip dizlerimde uyutsam seni Sevgilim, kadere aldanmayıp kağıt olup kalem olup Mutlulukla bir son bulup en sonuma yazsam seni
Hiçbir şeye değişmem aşkla bakan gözlerini En son anımda bile söylemeliyim sevdiğimi Hiçbir şeye değişmem senle geçen günlerimi En son anımda bile tutmalıyım ellerini
- Kardeşim işte ne olursa olsun gene de özlüyor insan. Hiç nefesini boş yere yorma Ahmedim. Neyini özlüyorum niye özlüyorum bilmiyorum ki. Özlüyorum işte. Hani her hafta halı saha maçında yenilip ertesi hafta yine o sahaya çıkmaya benziyor benimkisi. Ben ya oyunun kendisini seviyorum ya da maçı kaybetmeye o kadar alışmışım ki koymuyor artık. Giden gidiyor ya kardeşim, sen zannediyor musun ki kalan kalabiliyor. İlk o gidiyor lan. Gitme demiyor ya ilk o gidiyor lan. Nerde ne yapıyordur acaba sevdiklerimiz, sevgililerimiz? Onlar da bizim için "ne yapıyordur acaba" diyorlar mıdır la? - Mutlulardır herhalde.
-Onlar da mutlu olsunlar da. Kaldığımızda mutlu olamayanlar yokluğumuzla mutlu olsunlar ki, bir sike yarasın gidişimiz.
... - yaşanan onca şeye, pay edilen ekmeğe, birlikte ilk defa dinlenen şarkılara! - ceptekini üleştirmeye, başlı kıçlı yatmalara, damı akan odalarda kurulan hayallere! - ilk aşklara! - ilk reddedilişlere! - salondaki çekyatta yattığımız eş dost gezmelerine! - sırf ucuz olsun diye yediğimiz ketçaplı pilavlara la! - yoklukta içtiğimiz mantarı hep içine düşen şişesinden ucuz şaraplara! - kaçak binilen trenlere, esnaf lokantalarına! - görüşmediğimiz arkadaşlara, ayrıldığımız sevgililere! - alayına isyan değil işte kardeşim, alayının şerefine içiyoruz la! - hadi! cam cama can cana şerefe!
love, love is strange lot of people take it for a game once you get it you'll never wanna quit (no, no) after you've had it (yeah, yeah) you're in an awful fix many people don't understand (no, no) they think loving (yeah, yeah) is money in the hand your sweet loving is better than a kiss when you leave me sweet kisses i miss
mickey: silvia...
silvia: yes mickey?
mickey: how do you call your loverboy?
silvia: come 'ere loverboy!!
mickey: and if he doesnt answer?
silvia: ohh loverboy!
mickey: and if he still doesnt answer?
silvia: i simply say baby, oohh baby my sweet baby you're the one
together: baby, oohh baby my sweet baby you're the one
Bu bir türkü:- toprak çanaklarda güneşi içenlerin türküsü! Bu bir örgü:- alev bir saç örgüsü! kıvranıyor; kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor esmer alınlarında bakır ayakları çıplak kahramanların! Ben de gördüm o kahramanları, ben de sardım o örgüyü, ben de onlarla güneşe giden köprüden geçtim! Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi. Ben de söyledim o türküyü! Yüreğimiz topraktan aldı hızını; altın yeleli aslanların ağzını yırtarak gerindik! Sıçradık; şimşekli rüzgâra bindik!. Kayalardan kayalarla kopan kartallar çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını. Alev bilekli süvariler kamçılıyor şaha kalkan atlarını!
Akın var güneşe akın! Güneşi zaptedeceğiz güneşin zaptı yakın!
Düşmesin bizimle yola: evinde ağlayanların göz yaşlarını boynunda ağır bir zincir gibi taşıyanlar! Bıraksın peşimizi kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar! İşte: şu güneşten düşen ateşte milyonlarla kırmızı yürek yanıyor! Sen de çıkar göğsünün kafesinden yüreğini; şu güneşten düşen ateşe fırlat; yüreğini yüreklerimizin yanına at!
Akın var güneşe akın! Güneşi zaaptedeceğiz güneşin zaptı yakın!
Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk! Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız, toprak kokuyor bakır sakallarımız! Neş'emiz sıcak! kan kadar sıcak, delikanlıların rüyalarında yanan o «an» kadar sıcak! Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak, ölülerimizin başlarına basarak yükseliyoruz güneşe doğru! Ölenler döğüşerek öldüler; güneşe gömüldüler. Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
Akın var güneşe akın! Güneşi zaaaptedeceğiz güneşin zaptı yakın!
Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor! Kalın tuğla bacalar kıvranarak ötüyor! Haykırdı en önde giden, emreden! Bu ses! Bu sesin kuvveti, bu kuvvet yaralı aç kurtların gözlerine perde vuran, onları oldukları yerde durduran kuvvet! Emret ki ölelim emret! Güneşi içiyoruz sesinde! Coşuyoruz, coşuyor!.. Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!
Akın var güneşe akın! Güneşi zaaaaptedeceğiz güneşin zaptı yakın!
Toprak bakır gök bakır. Haykır güneşi içenlerin türküsünü, Hay-kır Haykıralım!
yaralı bir şahin olmuş yüregim
uy anam anam, haziranda ölmek zor
calışmışım onbeş saat
tükenmişim onbeş saat
yorulmuşum, acıkmışım, uykusamışım
anama sövmüs patron
sıkmışım dişlerimi
islıkla söylemişim umutlarımı
sıcak bir ev özlemişim
sıcak bir yemek
sıcacık bir yatakta unutturan öpücükler
cıkmışım bir dalgadan, vurmuşum sokaklara
sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sarı sarı yapraklarla dallarda
insan iskeletleri
gece leylak ve tomurcuk kokuyor
'uyarına gelirse tepemde bir de çınar' demiştin yıllar önce
demek ki on yıl sonra
demek ki sabah sabah
demek ki manda gönü
demek ki
sile bezi
bir de memedin yüzü
bir de saman sarısı
bir de özlem kırmızısı
demek ki göçtü usta
kaldı yürek sızısı
yıllar var ter içinde taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran 63'ü
bir kırmızı gül dalı egilmiş üstüne
bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta
okşar yanan alnını nazim ustanın
bir kırmızı gül dalı egilmiş üstüne
bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta
yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
yatıyor usta
gece leylak ve tomurcuk kokuyor
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
suramda bir kuş ötüyor.
Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü, ölürsem kurtuluştan önce yani, alıp götürün Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni. Hasan beyin vurdurduğu ırgat Osman yatsın bir yanımda ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda. Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın, seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu, tarlalar orta malı, kanallarda su, ne kuraklık, ne candarma korkusu. Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz, toprağın altında yatar upuzun, çürür kara dallar gibi ölüler, toprağın altında sağır, kör, dilsiz. Ama bu türküleri söylemişim ben daha onlar düzülmeden, duymuşum yanık benzin kokusunu traktörlerin resmi bile çizilmeden. Benim sessiz komşulara gelince, şehit Ayşe'yle ırgat Osman çektiler büyük hasreti sağlıklarında belki de farkında bile olmadan. Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani, - öyle gibi de görünüyor - Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni ve de uyarına gelirse, tepemde bir de çınar olursa taş maş da istemez hani...
share my life, take me for what i am cause i'll never change all my colours for you take my love, i'll never ask for too much just all that you are and everything that you do
i don't really need to look very much further i don't want to have to go where you don't follow i won't hold it back again, this passion inside can't run from myself there's nowhere to hide (your love i'll remember forever)
don't make me close one more door i don't wanna hurt anymore stay in my arms if you dare or must i imagine you there don't walk away from me... i have nothing, nothing, nothing if i don't have you, you, you, you.
you see through, right to the heart of me you break down my walls with the strength of you love i never knew love like i've known it with you will a memory survive, one i can hold on to
sonbaharların kralı gelirmiş meğer istanbul'a ciğerlerimin filmini çektiler ciğerlerim artiz oldular icabında akut alevlenmiş kronik bir sonbahar gibi bakıyordu sigara figüran falan. ben kırmızı bir yaprağı oynuyordum esas kız olarak uçuşuyordum, uçuşmakmış meğer benim anlamım ben bunu geç anladım. senin için şiir yazacaktım istanbul ismini ağrı koyacaktım. oysa bir şiir niyeydi sanki yer içer sevişir miydi sanki bir şiir hamsi ısmarlar mıydı mesela bir şiir insana? fotoğraf çektirebilir miydi mesela hipodromda atlarla? rakı içebilir miydi samatya'da bir şiir uyur muydu kuş gibi başını alıp da kanatlarının altına? oysa bir şiir neydi sanki ben seni ciğerimin köşesindeki arıza kadar sevdim bir şiir seni bu kadar sever miydi sanıyorsun istanbul?
bağırdım sokaklarına kartondan postlar sermiş ayyaşlara bana kerametinizi gösterin kermatenizi gösterin bana! bir dikişte içtim bir şişe geceni yıldız komasına girmek istiyordum, istiyordum dolunay çarpsındı beni kurt adamlarım serbest kalsındı icabında kimim fazladan puştluğu varsa bir sigara sarsındı bana kin kusulsundu, öç alınsın icabında modern kadındım, ne zaman şişmanlasa ruhum hemen yarın yeni bir intihara başladım. ben fazla yemesem diyorum baylar yani bu kadar hınç bana fazla. icabında bir allah bir allah daha çok tanrılı bir din ederdi bırak müridin olayım istanbul
sen beni hep bir şiir sanıyordun istanbul oysa çakmaktaşları gibi kıvılcımlıydı gözyaşlarım ağlamaktan kızaran bir örnek burnum ve gözaltlarımla bu şiiri ben yaralı bir panda vaziyetinde yazdım canım yandı bu şiiri ben bir yangın vaziyetinde yazdım şimdi bırak sana kedilerime süt getiren eski günlerimi anlatayım kapıma gül bırakan adamları ben de icabında bir hafıza mağduruyum cumartesi günleri gayri annemlerle birlikte sokaklarında eylemler yapayım. benim ne sakal yanığı günlerim oldu guruba bak ve beni an öpüşmekten yorgun ve kızıl bir şiir sana bunları söyler miydi sanıyorsun? yağmurlarında yıkanan kırmızı banklarına baktım bütün allar bir gün solarmış ben bunu geç anladım yağmur meğer tanrının zulmüymüş istanbul. ağrı neydi, neremdeydi, neresiydi ağrı kim bana kalbimin menzilini soracaksa sorsun artık ağrıdurmadanağrıdurmadanağrıdurmadan ağrı benim durmadan doruğuna tırmandığım meğer yüksek bir dağmış.
üstümü ara cebimdeki şiiri usulca kaydırayım senden tarafa ellerimi de kaldırdım bak hazırım tutkumu tutukla. şiirsizim bu şiir senin ismini ağrı koyar mıydı sanıyorsun istanbul ben bu şiiri kusarak yazdım.
ekim 2002, yakında kasımpatları da çıkacaktı.
didem madak, yasak meyve şiir dergisi, şubat/mart 2003, sayı:1
Ve durdu saatler ,susuyor seni zaman sesin döndü kulağımda, dedi uykudan uyan yine böyle bir akşamdı sen gülüyordun ya gözlerimin içine fesleğenler boy vermişti gökten parlak bir yıldız düştü peşime sakladım gözyaşlarımı bir gün geri dönersin diye soldu resimler hatıranla geçti baharım, söndü bile bile şarkılar söyledi rüzgar boş bir şarap şişesinin dudağından kalbim öyle bir yanmış ki silinmiyor yüzün hiç yüzümün yarısından sakladım gözyaşlarımı bir gün geri dönersin diye soldu resimler hatıranla geçti baharım söndü bile bile
"i'm sorry but i don't want to be an emperor. that's not my business. i don't want to rule or conquer anyone. i should like to try to help everyone - if possible - jew, gentile, - black man - white. we all want to help one another. human beings are like that. we want to live by each other's happiness - not by each other's misery. we don't want to hate and despise one another. in this world there is room for everyone and the good earth is rich and can provide for everyone. the way of life can be free and beautiful, but we have lost the way. greed has poisoned mens souls, has barricaded the world with hate, has goose stepped us into misery and bloodshed. we have developed speed but we have shut ourselves in. machinery that gives abundance has left us in want. our knowledge has made us cynical. our cleverness hard and unkind. we think too much and feel too little. more than machinery we need humanity. more than cleverness we need kindness and gentleness. without these qualities, life will be violent and all will be lost...
the aeroplane and the radio have brought us closer together. the very nature of these inventions cries out for the goodness in men, cries out for universal brotherhoood - for the unity of all. even now my voice is reaching millions throughout the world - millions of despairing men, women, and little children - victims of a system that makes men tortue and imprison innoncent people. to those who can hear me, i say - do not despair. the misery that is now upon us is but the passing of greed - the bitterness of men who fear the way of human progress. the hate of men will pass, and dictators die, and the power they took from the people will return to the people. and so long as men die, liberty will never perish...
soldiers! don't give yourselves to brutes - men who despise you - enslave you - who regiment your lives - tell you what to do - what to think and what to feel! who drill you - diet you - treat you like cattle, use you as cannon fodder. don't give yourselves to these unnatural men - machine men with machine minds and machine hearts! you are not machines! you are not cattle! you are men! you have the love of humanity in your hearts! you don't hate! only the unloved hate - the unloved and the unnatural! soldiers! don't fight for slavery! fight for liberty! in the 17th chapter of st. luke it is written: "the kingdom of god is within man." - not one man nor a group of men, but in all men! in you! you, the people have the power - the power to create machines. the power to create happiness! you the people, have the power to make this life free and beautiful, to make life a wonderful adventure. then in the name of democracy - let us use that power - let us all unite. let us fight for a new world - a decent world that will give men a chance to work - that will give youth a future and old age a security. by the promise of these things, brutes have risen to power. but they lie! they do not fulfill that promise! they never will! dictators free themselves but they enslave the people! now let us fight to fulfill that promise! let us fight to free the world - to do away with national barriers - to do away with greed, with hate and intolerence. let us fight for a world of reason, a world where science and progress will lead to all men's happiness. soldiers! in the name of democracy, let us all unite!"
Bin dokuzyüz on iki miydi, bin dokuz yüz elli iki miydi Güneşli bir öğle miydi, çiçekler gölgesiz miydi Ellerim kirli miydi Neydi Çiçeklere su mu serpiyordum, bir karanfil çok mu uzaklardan gelmişti Bilmem ki Benim bütün yaşamımda hep karanfiller olmuştur Her zaman hatırlarım Sanki bir karanfilden sürekli doğmuşumdur Bin dokuz yüz on iki doğumlu bir karanfili Karım göğsüme takmıştı. Şimdi ben çok yaşlıyım Şimdi ben nedense çok yaşlıyım Herkesi ayrı ayrı tanımam Ruhi Bey'i İçerenköy'den tanırım İçerenköy'ü iyi bilirim de ondan Kaç yıl önceydi, şimdi unuttum Babasını da tanırım Kaç yıl önceydi, bilemem Üryani eriği gibi gözleri vardı Çizmeleri, kamçısı Ruhi Bey, benden çiçek alırdı O zamanlar sokak sokak dolaşırdım Çiçek alanları iyi bilirdim Ruhi Bey de çiçek alırdı Nedense benden alırdı. Çünkü ben çiçekleri çok biçimli tutarım Kuşkonmazları sevmem, kullanmam Çiçeklerin aralıklarına bakarım Sanki ben onları hep yeniden yaratırım, yontarım Bin dokuz yüz kırk üçde biri öldü Boynu değil, bir karanfilin sapıydı, yana düştü Düşünce öldü Bir ölülük sindi ellerime Bir ölülük bana sindi Ona sergimde her zaman bir yer ayırırım Kimseler bilmez Ben işte gizli gizli onu sularım Karanlık bir karanfilliği Yoklukta bir karanfilliği O gün bugündür bütün çiçekler Karanfildir benim için.
Bir gün de bir demet karanfilim yandı Bir demet karanfilin penceresi, kapısı Nedense yandı Önce giyinik bir ev görünümündeydi, öyleydi Takındı kırmızılarını sonra Süslendi Bir boşluk edindi orda kendine Hemen oracıkta bir boşluk Açtı şemsiyesini ve gitti.
Ben şimdi oğlumun yanında kalırım Onun kırmızı yapraklardan yapılmış Bir zamandışılığı vardır Beni anlamaz Anlamaz, niye anlasın Anlaşılmak -değil mi ama- sanki kimsenin olamaz
Ben kendime bir karanfil mezarı satın aldım Beni oraya gömecekler Ruhi Bey cenazeme gelecek Ama hangi Ruhi Bey Doğrusu biraz şaşırdım İçerenköy'deki Ruhi Bey gelmez Osadece karanfil satın alır Ölümü pek beğenmez Şimdiki Ruhi Bey ölüme daha yatkındır Yaşamaya da Ölümle yaşam arasında bunalır bunalır Ben bu kadarını anlarım O gelir beni kaldırır Bir karanfil kalabalığına arrtık katılır Geçen gün gördüm Acımayı unuttum Sevinmeyi unuttum Ben her şeyi artık unutuyorum Ama o geçerken ne yalan söyleyeyim şuramda bir ağrı duydum Ağrı da değildi belki, hani, nasıl Gövdemi yeniden buldum Acılar acılara eklenince ağırlaşıyor Gövdem de ağırlaşıyor Ruhi Beyle kocaman bir demet karanfil oluyoruz Şu üstümdeki boşluk kadar Bir demet Yok artık pek konuşmuyoruz Benim sözlerim eskidi Onunki de eskidi Zaten kelimeler sonludur Öyledeğil mi Donuk donuk bakışıyoruz Ben ölüme iyice yakın O yaşamaktan uzak Öyle bir gök içinde durmuş gibiyiz Karanfiller ölürken Karanfillerden bir deniz.
bi gün yolda yürüyordum, bi şarkı duydum kalbim acıdı. bu kadar...
"Yaman benim eski arkadaşımdı... O,Ankara Sanat Tiyatrosu'nda oyuncuydu, ben de Ankara'da yaşayan bir öğrenciydim.
O zamanların Ankara'sı, herkesin birbirini tanıdığı ve belirli yerlerde toplandığı bir yerdi. 70'li yıllardı ve kültür tüketicileri birbirlerini bir şekilde sıkça görürlerdi.
Bizim müşterek arkadaşlarımız vardı, bunların başında Rutkay Aziz gelir. Rutkay'la siyaseten de bir aradaydım, Türkiye İşçi Partili'ydim ben.
O yılların derli toplu Ankara'sında sık sık görüşme şansımız olurdu. Yaman'la tanışmamız o yıllardır; fakat aşık olmamız daha sonraya rastlar.
O sinemaya 'Sürü' filmi ile geçince İstanbul'a gelmişti, ben de daha sonra İstanbul'a geldim. O eski bir Ankaralı olarak bana sahip çıkmaya kalktı; Ankaralıların böyle bir derdi de vardır.
Biz, başımıza aşkın taşının düştüğünü bir mevsim geçtikten sonra fark ettik. Bir gün evi düzenlerken fark ettim. Bir de baktım ki, benden çok Yaman'ın eşyaları var. Küçük küçük poşetlerle sızmıştı. Aşk bir sızma hâlidir.
Ben Ankara'dan örselenmiş ve kırılmış bir kalple gelmiştim. Yaman çok tutkulu ve sabırlı bir adamdı, bir de baktım kalp ağrımdan eser kalmamış. Yani taş düşmüştü ama adını koymamız için bir mevsim geçmesi gerekti.
Yaman, o kadar temiz bir adamdı ki, ona kızamazdınız. Bir o kadar da yiğitti. Ben Yaman'ı hep bir lunaparka benzetirim. Onunla yaşamak bir lunaparkta yaşamak gibiydi. Bir yandan bütün cümbüşü, pırıltısı, eğlencesi ve sürprizleri, öte yandan yüreğinizin ağzınıza geldiği anlarıyla tam bir lunapark gibiydi.
Üstelik ben bir Ankaralı olduğum, üstüne üstlük bir subay kızı olduğum için, bir yanımla derli toplu, diğer yanımla despot falan bir kızdım. Yaman bir gün bana, benim taklidimi yaptı; her şeyi net olarak alt alta sıralamamı, emir kipiyle konuşmamı, 'canımın içi' derken bile bazen tonlamamdan dolayı 'Hadi canım!' anlamı çıkabileceğini falan gördüm.
Bu, bir oyuncuyla birlikte olmanın hem avantajı, hem dezavantajıydı. Bunu Yaman'ın aynasında görünce, 'Aaa çok fena bir şeymişim!' dedim. Ee bu aynayı tutan eğer pırıltılı ve doğru bir adamsa, dönüştürücü de oluyor. 'Benimle o garnizon sesiyle konuşma' derdi.
Yaman, çok renkli ve heyecanlı bir adamdı. Ben derdim ki; 'Tanrım, bu adam ne zaman yorulacak!' diye. Meğer acelesi varmış... Her şeyi o kadar yoğun, hızlı ve çoşkulu yaşıyor ve yaşatıyordu ki büyüleyici bir şeydi bu.
Her şeyi hızlı yaşardı, hızlı yemek yerdi, hızlı içki içerdi, bir proje söz konusu olduğunda hızına yetişemezdiniz. Bir gece arkadaşlarla yemekteyken sabah kahvaltısını Bodrum Türkbükü'ndeki evimizde yapmaya karar vermesiyle kendimizi yollarda bulmamız bir olurdu. Bazen düşününce dehşete kapılıyorum, demek ki acelesi varmış diyorum. Kısa bir ömre, birkaç kişilik bir hayat sığdırdı.
Bizim Yaman'la tarihe kayıt olarak düşeceğim hiçbir kavgamız olmadı. O, kalbini insanlara açarken de, onlara güvenirken de çok hızlıydı ve kırılması da doğal olarak aynı hızla olabiliyordu. Aktörlerin kalbi camdandır. Çok çocuk, çok bebektirler. Belki de bunu çok yakından gördüğüm için ben daha dikkatli davranırdım. Belki de tek sürtüşmemiz onu kıranlara karşı olan tutumumdan olmuştur.
Ben köşeleri çok olan bir insandım; Yaman beni eğitti. O hüzünleri ironik bir neşeye çevirebilme ustasıydı. Bu yönüyle de bakınca gam kasavetten çok çabuk çıkabilirdik.
Aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden 'biz' olabilme hâlidir. İnsan egosu denetlenmesi en güç olan şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz.
Biz birbirimize karşı çok saygılıydık; mesleklerimiz ve bunun gerektirdiği fedakârlık hallerinde hele daha da çok saygılı ve yol açıcı davrandık hep.
Ee bazen de sıkılırdık, hele üç beş aydır bir aradaysak birbirimizin gözüne bakardık, önce kim gidecek diye, böyle nefes molaları da verirdik. Döndüğümüzde yepyeni bir enerji ve hasret bekliyor olurdu bizi. Aşk bazen de bir kıyamama hâlidir.
Şunu çok açıkyüreklilikle söyleyebilirim; o benden daha iyi bir insandı. O kadar bebek, o kadar adam, o kadar temiz... Ben Yaman'la birlikte onun kadar temiz, onun kadar beklentisiz, onun kadar masum yaşamayı öğrenmeye çalıştım. Buradan bir öğretmen öğrenci ilişkisi anlaşılmasın. O, o kadar ahlâklı ve temizdi ki, yaşam biçimi ve duruşu karşısında başka türlü olamazdınız. Onun yanında kirli kalamazdınız.
Hastalığının son bir ayında, ki hastalığın çıkmasıyla kaybetmemiz 1.5 ay sürdü. Tıp hastalığının süratine yetişemedi. Hep şunu düşündüm; hayata, sanatına ve bize dair bir sürü düşüncesi, projesi vardı ve hepsi sanki hızla arka arkaya gerçekleşmeye başlamıştı. Neden şimdi, neden bu adam, diye çok düşündüm. Orada bile hızlıydı.
Komaya girene kadar Yeşim Ustaoğlu ve Tayfun Pirselimoğlu ile birlikte senaryo çalıştılar. Onlar her gün geldiler ve bu oyunun gönüllü yoldaşı oldular. Sonra o film çekildi; Yeşim'in ilk uzun metraj filmidir "İz" filmi ve Yaman'a adadılar.
Yaman'ın rolünü Aytaç Arman oynamıştı. Bunlardan bahsetmişken o sürecin acısını hafifleten bir yığın katıksız dostluklar yaşadık. Gerçi o sürecin acısı hafiflemiyor. Ben de harlı ateş şeklinde yanma hâli tam 10 yıl sürdü. Asmalı Konak'ın son dört bölümünü yazarken o acıyla yeniden yüzleştim ve ancak o zaman birazcık küllendi diyelim.
Böyle, bir şölen gibi, bir lunapark gibi sevdalık yaşayınca bu görkemi taşımayan her şey bir çadır tiyatrosu gibi geliyor insana. Bu ateşle yanma hâli, o kadar derinden, için için yanıyor ki, dönüp bir başka ölümlüyü yakmaya içi elvermiyor insanın.
Yaman'la her günümüz Sevgililer Günü'ydü... Eşine bu kadar çok çiçek getiren bir adamı daha analar doğurmamıştır. Biz birçok defa sabah uyanıp birlikte gün doğumunu seyreder, ne bileyim çingene vapuruna binip sabah erken Boğaz'ı turlardık.
Sezen'i anmamak olmaz: Sezen, Yaman'ın çok yakın arkadaşıydı. Ben Yaman'dan dolayı tanıdım. Sezen, insanın hayatına çok hafif dahil olur. Sızar ve siz bunu anlamazsınız.
O benim kardeşim, arkadaşım her şeyim oldu. Yaman'dan sonra işlerimin önemli bölümünü tasfiye ettim. Sezen, ısrarla profesyonel olarak birlikte çalışmaya zorluyordu beni. Nerdeyse kafamı kıra kıra bana şarkı sözü yazdırdı.
Birlikte yazdığımız ilk şarkı; 'Masum Değiliz'. 'Kan ter içinde uykularından uyanıyorsan eğer her gece. Yalnızlık, sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa koynuna' diye...
Yaman'dan iki ay sonra yazdık. Daha sonra bu ısrar otuz küsur şarkı sözü üretti. O dönem Sezen bana sadece 3-5 saat uyumaya yetecek kadar boşluk bırakıyordu. Stüdyolar, kayıtlar, konserler vb. çok yoğun bir rehabilitasyon oldu benim için. Sezen'in o toplumsal düzeydeki rehabiliterliği benim için özel bir muamele seçkinliğinde oldu. O benim kardeşimdir, canımdır.
Bugün eksik olan ne? Bu topraklarda aşk ve mutluluk kutsanmaz, ayrılık ve acı kutsanmıştır. Birlikteliklerdeki tutku kutsanmaz da, ayrılıktaki tutku kutsanır hep. Yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültüre aitiz biz.
Öyle kadınlar ve erkekler tanıyorum, risk almıyorlar. Aşk emniyetli bir şey değildir. Emniyetli olan sevgidir. Aşk ehlileşmez, sakinleşemez. Öyle olursa akraba olursunuz. Bir de aşık olunacak mecra kalmadı. Artık ortak alanları paylaşmıyoruz. Bizim agoramız yok artık. Herkes kendi bacağından asılmak isteyen koyun tarifinde.
Bu hem maddi hem manevi bir şeydir. Gelir, böyle adamı aşkta da emniyet arayan birine dönüştürüverir. Herkes kendi kişisel başarı öyküsünün peşinde. Belki de biz herkes için daha adil, daha vicdanlı daha temiz bir dünyanın düşünü paylaştığımız için başkalarıyla da bir arada durmanın ne kadar zenginleştirici bir şey olduğunu biliyorduk.
Şimdi bu duyguların esamesi okunmuyor. Yoksullaşmamız sadece ekonomik anlamda olmadı. Duygusal anlamda, dayanışma anlamında birbirimizin yaralarına bakma konusunda da yoksullaştık. Şimdi empati denen modern kavram var ya, biz onun ağababasını tanıyan ve buna içerilmiş bir dünyadan geldik buralara.
Dizilerdeki aşık olma süreci o kadar uzun ki, öncelikle bu rasyonel değil! Aşk çok ani, hızlı ve genellikle beklenip, tasarlanamayan bir şeydir. Kafana bir taş düşer, neye uğradığını şaşırırsın. Ve bunun aşk olduğunun da sonradan adını korsun. İrrasyonellik sadece bu değil, bir de dizi karakterlerinin çok ön hazırlığı var aşık olmak için. Halbuki, hayatta böyle değildir, aşk tasarlanılan ve ön hazırlığı yapılabilen bir şey değildir.
Eskinin, hani o dalga geçilen mantık evliliklerinde bile, bugünkü hesaplılıktan daha çok aşk vardı diyesi geliyor insanın. Ali Poyrazoğlu dedi, 'Aşk bir kör atlayıştır.'
İnsanların birbirleri için 'sağlama' yapacakları alanlar kalmadı. Modern hayatlar ve modern zamanlarda böyle bir şansı yoktur insanın. Son bir aydır, 'Ben aslında duyguları olan iyi bir insanım' mesajını, ben şu cümleyle alıyorum.
- Babam ve Oğlum'u gördün mü?
- Hee gördüm
- Ağladın mı?
- Sana ne?
Yani ben de duyarlıyım ve iyi bir insanım. Bu arada, ben de filmi seyrettim. Yeri gelmişken ve sabah seansında katılarak ağladım ama bu soruları soran insanlarla o kadar ayrı şeylere ağladık ki.
Benim o filmde yandığım, bu ülkenin o temiz çocuk yürekli insanlarının, bu ülke tarafından nasıl da kırıldığını, nasıl da örselendiklerini, onurlarıyla ekmekleriyle nasıl da oynandığını gördüğüm için bu uğurda yiten, onulmaz acılar çeken insanlarımızı hatırlayarak ağladım.
Belki de bugünkü aşksızlık hâli de, o dönemlerin ürünüdür diyeceğim ama aşk bunların hepsinin üzerinden atlayabilecek bir şey olmalı..."
Meral Okay'ın, Yaman Okay'la yaşadığı aşkı ve aşk hakkındaki düşüncelerini anlattığı yazısı...
anladım bu son durak, beni anılarla yalnız bırak, tutmam gereken bir matemim var, hislerim var unutmam gereken
yanar yanar durur, kalbim kan ağlar ağlar durur, senin bende kalan günahın var, sözlerin var unutup gittiğin.
es nereye istersen, nerede çok sevdiysen, uğra bir geçersen, maziyi savura savura, es deli rüzgarla, kalbimi bir arada tutamam yaşayamam, son nefesim ol içime es, ne zaman istersen aynı yerdeyim ben, es kaza sevmişsen, kalbimi kavura kavura es, es deli rüzgarlarla, yüreği bir arada tutamam yaşayamam, son nefesim ol içime es.
upuzun sapsarı kupkuru bir sahilde yürüyorum martılar gülüşürken çığlık çığlığa ben göz yaşımdan içiyorum kalbim kırık bugün bütün şişeleri kendime açıyorum karışmasın kimsecikler daha düşmedim uçuyorum ah kaldı gözlerimde tuzuyla o sevgili hatırası kamburumda kahrediyor beni eski anılardan bir kaç resmiyle bense bu sahilde bir sarhoş
upuzun sapsarı kupkuru bir sahilde ölüyorum dalgalar çarpışır çığlık çığlığa ben göz yaşımdan içiyorum kalbim kırık bugün bütün şişeleri kendime açıyorum karışmasın kimsecikler daha düşmedim uçuyorum ah kaldı gözlerimde tuzuyla o sevgili hatırası kamburumda kahrediyor beni eksi anılardan bir kaç resmiyle bense bu sahilde bir sarhoş
Yalnızlığa dayanırım da, bir başınalığa asla, Yaşlanmak hoş değil, duvarlara baka baka. Bir dost göz arayışıyla, Saat tıkırtısıyla... Korkmam geçinip gideriz biz mutlulukla, Ama; ''Günün aydın, akşamın iyi olsun'' diyen biri olmalı. Bir telefon çalmalı ara sıra da olsa kulağımda.
Yoksa zor değil, hiç zor değil, Demli çayı bardakta karıştırıp, Bir başına yudumlamak doyasıya. Ama ''Çaya kaç şeker alırsın?'' Diye soran bir ses olmalı ya ara sıra...
bu kıvırcık ateşten yalanlar 300.000 kimi sularca inanıyorum kimi zulüm yakıcı çocuksu, deli deli zincirler boğuntusu gök elimde kolumda senin seslerin var gel de aldırma kadınları çıplak görüyorum koşup seni soyuyorum bir açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma geliyor bilemezsin seni kentlere seni bankalar seni seni 300.000 seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep aklımdasın yükün ağır, bir irisin bir ufaksın yetiştiremiyorum 300.000 kapattığımız sağnak akşamları açtığımız sabahları 300.000 elimden tut beni acar balıklara alıştır tekin durmayı öğret acıkmış aç kayalarda gel anasız pencereme perde ol kurtulayım
kalk ellerini yıka bize gidelim soyunur dökünür odalarda konuşuruz bir o kaldı 300.000 odalara kapanmak odalarda konuşmak odalarda ölmemek canımız çekerse sevişiriz dövüşürüz 300.000 benim yırtıcı kuşlara tutkum işte bundan ötürü yadırgamadan gökyüzüne aşka acıkmaya alışkın zamansız gelme elim kolum dağınıksa sarılamam
senin ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle eğiliyorum bir karşı durulmaz istek bir telaşla kendiliğinden bir serin renk anlıyorum aydınlık gözlerinden sorma sen zenginsin alırım tükenmezsin allah gelene kadar sen olursun şiirlerimde bu bir boş ver kavgalara kuruntu sorunlarına boğuntuya gelme ben adını demesem de anlıyorsun 300.000 ü ç y ü z b i n cümbür cemaat aşka abanıyoruz
Çimenler fillerle de güzel Kalbin korkularıyla cesur Firarlar yakalanmak için İhanet aslında sadakatin tavrını sever
Elinde bi’ paslı makas Kestikçe zaman, uzuyor acının saçları Hatırlayarak yaşamak boynumuzun borcu Ama ölürdün unutmasan
Kaybederek çoğalırsın Gözyaşının rahmeti cân üstüne Uzak bi’ deniz kıyısında Kendi yara kabuklarını yâr ederek kendine Ah nice kez küseceksin Gördüğünün zahmeti gönül üstüne Uzak bi’ çigan masalında Çayda kederli çıralar tüttürerek Barışırsın ötekinle Ki yalatır o Sen tükürürsen
i will luv u till the end of time i would wait a milion years promise you'll remember that your mine baby can you see through the tears luv you more than those bitches before say you'll remember, oh baby, say you'll remember i will luv you till the end of time
it's you, it's you, it's all for you everything i do i tell you all the time heaven is a place on earth with you tell me all the things you want to do i heard that you like the bad girls honey, is that true? it's better than i ever even knew they say that the world was built for two only worth living if somebody is loving you baby now you do